باب: الصلاة
عند مناهضة
الحصون ولقاء
العدو.
4. Düşman Kalesinin Düşmesi Yaklaşınca / Düşeceğine Dair İnanç
Artınca Ve Düşmanla Karşı Karşıya Gelindiğinde Namaz Kılmak
-وقال
الأوزاعي: إن
كان تهيأ
الفتح، ولم
يقدروا على
الصلاة، صلوا
إيماء كل
امرىء لنفسه،
فإن لم يقدروا
على الإيماء
أخروا
الصلاة، حتى
ينكشف القتال
أو يأمنوا، فيصلوا
ركعتين، فإن
لم يقدروا
صلوا ركعة
وسجدتين، لا
يجزئهم
التكبير
ويؤخرونها
حتى يأمنوا.
وبه قال مكحول.
Evzâi şöyle demiştir: "Fethin gerçekleşmesi yaklaştığında
namazı kılma imkanı olmazsa herkes kendi başına namazı ima ile kılar. ima ile
kılmaları mümkün değilse savaş Müslümanlar lehine gelişip kısmi bir rahatlama
olana veya bir güvenlik ortamı oluşturulana kadar namaz ertelenir ve daha sonra
iki rekat namaz kılınır. Eğer buna da güçleri yetmezse bir rekat ve iki secde
ile namaz kılarlar. Sadece tekbir getirmekle yetinmek namaz için yeterli
değildir. Namaz kılabilme imkanı yoksa güvenli bir ortam oluşana kadar
beklenir."
Mekhul'ün görüşü de böyledir.
وقال أني:
حضرت عند
مناهضة حصن
تستر عند
إضاءة الفجر،
واشتد اشتعال
القتال، فلم
يقدروا على
الصلاة، فلم
نصل إلا بعد
ارتفاع
النهار، فصليناها
ونحن مع أبي
موسى ففتح
لنا، وقال
أنس: وما
يسرني بتلك
الصلاة
الدنيا وما
فيها.
Enes İbn Mâlik şöyle demiştir: "Fecir doğarken Tüster
kalesinin düşmesi artık iyice yaklaşmıştı. Bu savaşta ben de bulunuyordum.
Savaş öyle kızışmıştı ki hiç kimse namaz kılmaya fırsat ve imkan bulamıyordu.
Bu yüzden namaz'ı ancak gün epey ilerledikten sonra kılabilmiştik. Namazımızı
Ebu Musâ ile birlikte iken kılmıştık. Namaz sonrasında da fetih gerçekleşmişti.
Dünya ve içinde bulunan her şey bir yana, o zaman kıldığımız namaz bir yana; bu
namaza karşılık bana dünya ve içindekileri verseler dönüp bakmam bile..."
حدثنا
يحيى قال:
حدثنا وكيع،
عن علي بن
مبارك، عن
يحيى بن أبي
كثير، عن أبي
سلمة، عن جابر
بن عبد الله
قال:
جاء
عمر يوم
الخندق، فجعل
يسب كفار قريش
ويقول: يا
رسول الله، ما
صليت العصر
حتى كادت الشمس
أن تغيب، فقال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (وأنا ما
صليتها بعد).
قال: فنزل إلى
بطحان، فتوضأ
وصلى العصر
بعد ما غابت
الشمس، ثم صلى
المغرب بعدها.
[-945-] Cabir İbn Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: "Hendek savaşında
Ömer (bin el-Hattab r.a.)'anımıza gelmişti. Kureyş müşriklerine sövüp
duruyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e de; "Ey Allah'ın
Resulü, ben hâlâ ikindi namazını kılmış değilim ve güneş de battı
batacak..." diyerek derdini söyledi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem): Allah'a yemin ederim ki, ben de hala ikindi
namazını kılamadım" buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sonra
Buthân'a gitti ve orada abdest alıp ikindi namazını kıldı. İkindiyi kıldığında
güneş batmıştı. İkindi namazından sonra da akşam namazını edâ eyledi."
AÇIKLAMA: Zeyn
İbnü'l-Müneyyİr şöyle demiştir: "İmam Buhâri'nin kullanmış olduğu bu
başlık ile verilen rivayeti değerlendirdiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
İmam Buhâri bu başlığı kullanmak suretiyle söz konusu rivayette belirtilen
korku namazı şeklinin sadece ümit ve korkunun bir arada bulunduğu zaman söz
konusu olabileceğine işaret etmiştir. Bu zaman ise düşman kalesinin düşeceğine
dair İnancın arttığı ve fethin yaklaştığı andır. Çünkü güvenlik tedbirlerinin
artırılması gereken savaş zamanları için korku namazı meşru kılınmıştır. Zaferin
gerçekleşeceğine dair umudun artması ise namazın geciktirilmesini mazur kılar.
Zira fethin tam olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. İşte bu yüzden fethin
yaklaştığı zamanlardaki korku namazı şekli ile diğer durumlardaki korku namazı
şekilleri birbirinden farklıdır.
Bazı kimseler Evzâi'nin sözünde geçen "imâ İle kılmaları
mümkün değilse" şeklindeki ifade hakkında şu yorumda bulunmuşlardır:
"İnsanın aklı başında ise imâ ile kılması her zaman için mümkündür;
ima’nın imkansız olması düşünülemez. Sadece kişinin aklını başından alan
dehşet anlarında bu durum imkansız hale gelebilir." İbn Reşid ise şöyle
demiştir: "Bir kimse ima ile namaz kılmanın bile nasıl imkansız hale
geldiğini anlamak istiyorsa bir savaşa katılsın, kalbi ile bedeni ile savaşın
zorluklarını yaşasın ve harbin iyice kızıştığı anlarda ne büyük sıkıntılar
çekildiğini görsün!"
Evzâi'nin "sadece tekbir getirmekle yetinmek namaz için
yeterli değildir" şeklindeki ifadesi ile Süfyân-ı Sevri gibi tekbirin
yeterli olacağını söyleyen âlimlerin görüşlerine işaret edilmiştir. İbn Ebu
Şeybe'nin Ata, Said İbn Cübeyr ve Ebu'l-Bahteri yoluyla naklettiğine göre başka
alimler de şöyle demişlerdir: "İki ordu karşı karşıya geldiğinde namaz
vakti girerse Allah'ım seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim, hamd Allah'a
mahsustur, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, Allah en büyüktür" deyin.
Bu sizin namazınız olur ve o vaktin namazının tekrar edilmesi gerekmez."
Mücâhid ve el-Hakem'e göre düşmanla yalınkılıç cöğüs göğüse mücadele olduğu
zaman bir kimsenin namazı sadece tekbir getirmek olur. Sadece bir defa tekbir
getirse bile bu bakımdan yeterlidir; yüzünün ne tarafa dönük olduğu fark etmez.
İshâk İbn Râhuye şöyle demiştir: "Düşmanla kılıç kılıca mücadele olduğu
zaman imâ ile tek bir rekat namaz kılmak yeterli olur. Buna imkan ve fırsat bulamazsa
tek bir secde etmek, buna du imkan bulamazsa sadece bir defa tekbir getirmek
yeterli olur."
Enes ibn Mâlik rivayetinde geçen Tüster şehri Hz. Ömer'in
halifeliği zamanında hicretin yirminci yılında fethedilmiştir.
Evzâi'nin sözünde geçen "namazı kılma imkanı olmazsa"
şeklindeki ifade iki şekilde yorumlanabilir:
a.) Bineklerden inemeyecek durumda olmak, b.) Namazı ima ile kılacak İmkanın olmaması.
el-Asili ise savaş iyice kızıştığı ve hiç durmadan devam ettiği için
Müslümanların abdest almaya imkan bulamadıklarını kesin bir ifade ile dile
getirmiştir.
Enes İbn Mâlik'in sözünde geçen "dünya ve içindekiler"
İfadesi Halife'nin rivayetinde "dünyanın tamamı" diye geçmektedir.
Onun bu sözünden İlk anlaşılan şudur: "Ben bu namazı kıldığım İçin hiçbir
gurura kapılmadan büyük bir kıvanç ve onur duyuyorum." Enes İbn Mâlik'in
söz konusu ettiği namaz ise zorunluluk dolayısıyla vaktinde kılamayıp kaza
ettiği namazdır (makdiyye). Onun bu namaz için duyduğu onur ve kıvancın sebebi
ise, kendilerini bir ibadetten ancak daha önemli başka bir ibadetin
alıkoymasıdır. Fakat daha sonra yerine getiremedikleri bu ibadeti kaza
etmişlerdir. Bu yönüyle Enes'in sözü Hz. Ebu Bekir'in şu sözüne benzer:
"Güneş doğmuş olsaydı bile bizim gaflete daldığımızı göremeyecekti."
Bazılarına göre Enes, bu sözü ile vaktinde kılamadığı namaz için
duyduğu üzüntüyü anlatmıştır. Buna göre onun sözünde geçen namaz kaza edilen
değil, vakti kaçırılan namazdır. Buna göre Enes'in sözü şu anlama gelir:
"Eğer bu namazı vaktinde kılabilmiş olsaydık daha çok hoşuma
giderdi." Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.
Zeyn İbnü'I-Müneyyir'in görüşleri de bu doğrultudadır:
"Enes İbn Mâlik'in namazı, dünya ve İçindekilerden daha önemli görmesi
onun Ebu Musa'nın içtihadına katılmadığını ve fetih gecikse bile namazın
vaktinde kılınmasının daha uygun olduğuna inandığını göstermektedir. Zaten
Enes'in bu konu altında zikredilen sözü, "Sabah namazında kılınan iki rekat
dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" hadisine de uygundur."
Zeyn İbnü'I-Müneyyir'in bu sözünde ifade edilen uygunluk
"sözlerin lafız olarak ve kullanılan kelimeler bakımından birbirine
uygunluğudur." Zira Enes'in naklettiği rivayet farz namaz ile ilgili
olduğu halde hadis-i şerifte nafile namazdan söz edilmektedir. Bununla birlikte
Enes'in namazı Ebu Musâ ve beraberindekilerle birlikte kılmış olması Zeyn
İbnü'I-Müneyyir'in görüşünü çürütebilecek niteliktedir. Zira İbnü'l-Müneyyir'e
göre Enes İbn Mâlik, Ebu Musa'nın görüşüne muhaliftir. Halbuki bu rivayete göre
Enes onunla birlikte namaz kılmıştır. Eğer Enes, Ebu Musa'nın görüşünü kabul
etmeseydi namazı ima ile de olsa tek başına kılardı. Fakat böyle yapmayıp Ebu
Musâ ve beraberindekilerle birlikte namaz kılmıştır. Böyle bir durumda Enes'in
Ebu Musa'ya muhalif olduğu nasıl söylenebilir?